Trakya’ya adını veren Trak kabilelerinden İskitlere, Perslere, Makedonlara; Romalılar’dan Bizans’a, kadim Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine uzanan bir zaman dilimine dair pek çok şey görebileceğiniz KIRKLARELİ….
Günümüzde tüm dünyada itibar ve ilgi kaynağı üzüm bu coğrafyanın alfabesidir. Tarih boyunca üzümün bereket, inanç ve eğlence ile ilgisi olduğu düşünülmüş; doğanın cömertliği olduğuna inanılmış ve tanrının bir nimeti olarak kabul görmüştür. Yaşadığımız topraklarda bağcılığın tarihi Traklara, Hititlere kadar uzanıyor. Yeryüzünde ilk “bağ bozumu” şenliklerini yapanlar da onlar…
Hayatının bir kısmını Denizli, Çal, Bekili ve Trakya çevresinde geçiren ,Yunan mitolojisinde yaşamın, umudun, coşku ve şarabın simgesi olan Dionysos, sınırların dışında bir tanrıdır. Şenlikler ;evrensel kaynaşma ve birleşme ritüelini içinde barındırır. Dionysos gibi önce ölüp sonra tekrar dirilen yapraklar hayatın hiç bitmeyen evrimini özetler. “Bağı bozmak” da aslında yeniden doğuşun lirik bir ifadesi olarak algılanabilir. Bu bağlamda buluşma aslında son değil yeni bir başlangıcın ilk adımıdır, bugün olduğu gibi…
M.Ö 6500-M.Ö 4300 yıllarına değin kesintisiz süren bir dönemi temsil eden Aşağı Pınar dolayısıyla Kırklareli ve civarı; yarı kurak iklim özellikleri gösteren Anadolu coğrafyasında gelişen çifçi ve köy yaşantısının Avrupa’ya aktarılmazdan evvel daha nemli bir iklime, daha ormanlık, yeşili ve suyu bol bir coğrafyaya nasıl uyum sağladığının ipuçlarını verir bizlere. Neolitik olarak tanımladığımız bu yaşam biçimi Trakya ve Kırklareli genelinde değerlendirilmiş ve bundan 30 yıl önce Prof Dt Mehmet Özdoğan öncülüğünde Aşağı Pınar Mevkiinde geniş çaplı kazı başlatılmıştır. Bu sayede yerleşim; yalnızca mimarisi ve buluntu topluluğu olarak değil, beslenmesi ve dönemindeki doğal çevre ortamı ile birlikte incelenmiştir.
Geçmişe yönelik bilgi üretme çabalarının yanı sıra, ortaya çıkan bilgiyi, Kırklareli’de yaşayanlara ve tüm topluma kazandırmak önemlidir. Bu bilgilerin ham hali yalnızca konunun uzmanlarının anlayabileceği şekildedir. Oysa konunun uzmanı olmayanların da tat alabileceği, gezerken, eğlenerek bir şeyler öğrenebileceği bir şekle dönüştürülmesi gerekiyor. Yalnızca aşağı Pınar kazı alanı değil, Kırklareli kentinin farklı dönemlere ait arkeolojik meskenleri, kentin kültür sektörü olarak, kentin sosyal ve ekonomik yaşamına katkıda bulunacaktır. Bilim heyetleri bilgiyi üretir, atıl olan topraklardaki bilgiyi kullanabilecek bilgiye dönüştürür; ancak bu bilginin topluma yararlı bir şekle dönüşmesi için başka aktörlere gerek duyulmaktadır ki, bunların başında yerel yönetimler ve yerel sivil toplum örgütleri gelmektedir. “Yerel destek ve “sahiplenme” olmadan kültür varlıkları yalnızca akademik çevrenin yayınlarında kalır, eserlerin sergilendiği müzeler ölü ve toplumdan kopuk mekânlara dönüşür, dışarıdan gelen turiste hizmet verir. Bir süre sonra da yerel duyarlılık uyanmadığı için, bölgenin tüm birikimi, çarpık yapılanma sonucunda yok olup gider. Yerel yönetim ve yerel sivil toplum örgütlerinin bir araya geldiği şenlik komisyonumuzun hazırladığı 14. Yayla , Bolluk , Bereket , Hasat ve , Bağbozumu şenlik programımızda Anadolu’dan Avrupa’ya Neolitik köprü Aşağı Pınar temasıyla kültür, sanat, spor etkinliklerimiz; akademik ve pratik tecrübeleriyle Trakyada bağcılık, tarım, hayvancılıkta yerel kalkınma modeli ve üretim felsefesini anlatacak konuklarımızla birlikte hem öğreneceğimiz hem eğleneceğimiz şenlik olmasını temenni ediyorum.
Değerli misafirlerimiz; mübadele şehri Kırklareli’ye Balkanlardan, Rumeli’den hepimiz geldiği yörelerden bir şeyler getirdik. Şivemizi, yemeklerimizi, giyim kuşam ve adetlerimizi…
Mesela bir şeye daha vakit varsa, TA(A) var derdik. Herkesin teyzesi biz Mübadiller de TETE’siydi. ISCAK deyip bir şeyin sıcak olduğunu öyle söylerdik. ÇAPAR dediğimizde o çocuğun kaşları nın, saçlarının rengini hemen anlardık, o sarışın bir çocuktu. Sabah ORAZ sesiyle uyanır, elimizi yüzümüzü tulumbada yıkar PEŞKİR’e silerdik. Evlerin bazıların altında hayvan besler, kimi tütün basardı. Ağzımızda buruk bir tat varsa MA(V)UR’du, kimse anlamasa da biz anlardık o vakit. MACIN (Pekmez) ile ağzımızı tatlandırırdık. Böğürtlene KARAMIK der, yerken elimizi yüzümüzü boyardık. . Sofralarımız da Cıllık, kapama, kartalaç, Loznik, incir dolması, ummaç çorbası, kaçamak, helva, süt bulamacı, nohut mayalı ekmeğimiz, keçi patimiz vardı. Misafire ikramı severdik, komşu akrabaydı. Her lafın bir yerine beya der, bazen de ‘H’ harfini yutardık, onsuz ayat daa güzeldi beyaa…
Şenliklerimizin 14. yılına ulaşmasında karşılık beklemeden, kendi bilgilerine, yeteneklerine, güçlerine göre, bir taş üstüne bir taş,
bir tuğla üstüne bir tuğla koyan topluma, ülkeye hizmet etmek için görev üstlenen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Yöre insanının sabrı, emeği, azmi, yardımlaşması, alın teriyle bereketin ve umutların paylaşıldığı bağcının bayramını, birlikte sevinç, coşku ile kutladık.
Bir sonraki yıl görüşmek dileğiyle…. Saygı, sevgi ve selamlar.